75 Yıl Kendi Halkından Gizlenen
…… ATATÜRKÇÜLÜK (KEMALİZM ) NEDİR ?
Sistem (izm) bir düzenekler zinciridir. Örneğin bir otomobili
düşünelim; şase üzerine oturtulmuş bir sürü parçanın birbirleriyle
bağlantısı sonucu ortaya çıkmış bir nesnedir. Hiç kullanılmamış yada
kullanılmış bir otomobili onu oluşturan ustaların eline, takım aletlerini
de tutuşturup bu aracı sökün dersek; o insanlar hiçbir parçaya zarar
vermeden otomobili tek tek parçalara ayırarak bir kenara yığarlar.
Bizde Kemalizm’i bir sistem olarak görüyorsak, bu sistemin önce
nasıl kurulduğunu, nasıl işletildiğini daha sonra da; nasıl parçalanarak
sökülmeye çalışıldığını ve son bölümde bu parçalardan elimizde
kalanları nasıl tekrar bir araya getireceğimizi düşüncelerimle sizlere
aktarmaya çalışacağım.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında büyük tarihi çalkantıların
yaşandığı dünyada, Avrupa ihtilalleri yerini git gide Avrupalı olmayan
ülkelere kayması dünya tarihi için en çarpıcı ve itiraz kabul etmeyen
olaylarından biridir. Bu dönem milli duyguları meşrulaştırarak, ezilen
sınıfların yanında ezilen halklarında rolünü de ağır bir şekilde ortaya
çıkarmıştır.
Mustafa Kemal’in 14 Ağustos 1920’de BMM kürsüsünde söylediği
şu sözleri ‘’Arkadaşlar, hep biliyoruz ki, Dünya savaşının son
yıllarında Rusya içinde patlak veren devrim, insanların mutlak
çoğunluğunu teşkil eden yoksul halk içinde, özellikle bu halkın en çok
acıya, zorluğa ve ıstıraba uğramış olan işçi sınıfı içinde eskiden beri
mevcut olan sosyalistlik maksat ve amaçlarını ilan etti ve bütün
insanlığın emperyalist ve kapitalist idarecilerin tahakkümü ve zalimce
sömürüsünden kurtulmasını amaç edindi ve son hareket noktasında bu
amaca bütün insanlığın katılmasını sağlamak için teşebbüse girişmesi
oldu. Ruslarda Çar’ın müstebit idaresi altında geçen savaş yıllarının
daha da ağırlaştığı sefalet sonucunda bu duygular en yüksek noktasına
varmıştı. Memleketin gayet geniş olmasına ve bir çok şart tabii ve
gereklere sahip bulunmasına dayanarak bütün dünyanın
emperyalistlerini düşman saymaktan ve onlara savaş açmaktan
çekinmediler. Batı emperyalistleri de bütün kuvvetlerini, bütün
kudretlerini, bütün araçlarını onlara karşı kullandıkları halde,
yaptıkları devrim hareketini bugüne kadar mükemmel bir başarıyla
yaşatmayı başardılar.
İslamiyet’in en yüksek kanunlarını ihtiva eden ileri sosyalizmin
bizim dahi mevcudiyetimize kast etmiş olan ortak düşman aleyhine
bugün sağlamış olduğu zafer bizim içinde teşekküre şayan bir
neticedir.’’ Milli Kurtuluş bayrağını yükseltmiş olan Türkiye’nin
1920’lerde emperyalizme karşı tavrı böyleydi ve bunu yüksek sesle
ilan ediyordu.
Bu çağ Milli Kurtuluş devrimleri çağıdır. Bizde bu çağdan Milli
Kurtuluş savaşını vererek çıktık. Milli savaşı kazanmak uluslaşmak
değildir. Uluslaşmak demek (…….)Türkiye’de anayasal düzenin ayni
haklar kurulması demektir. Yani bireyin T.C.’nin karşısında eşit
haklara sahip olmasıdır. Bir anlamda bireyin hakları ve ödevleri esas
diğer sorunlar talidir. Diğer sorunların çözümü bu anayasal düzenin
kurulup başarıya ulaşmasından geçer. Bunun için Mustafa Kemal’in
yaptığı ilk iş hakimiyeti milletin eline almaktır vermektir ve sınırlarda
güvenliği sağlamaktır. O halde şunu söyleyebiliriz.
Kemâliz’min ilk adımı; Gümrük Birliği ve Yabancı Sermaye
Kanunlarıdır. Bu kanunlar, içerde kurulacak sisteme koruyucu
kalkandır. Genç Türkiye’nin sınırları çizilmiştir fakat esas çelişki yeni
başlamıştır. Dışa karşı esas içe karşı tali olan sorun tersine dönmüş içe
karşı esas dışa karşı tali olmuştur. Çünkü ülke içinde toprak,
Osmanlı’nın 1838’de hızlı çöküş başladığı dönemlerde kontrol
edenlerin elinde kalmıştır. BEĞENMEDİM AMA DOĞRUSU BU
MU BİLEMEDİM …
(Bkz Hakkı Karğın Türkiyede Toprak Sorunu)
Bu nedenle toprak reformu zorunlu hale gelmiştir. Toprak reformu
feodal kültürün sökülüp atılması demektir. M. Kemal toprak beyleri
ve ağalarıyla anlaşamadığından, bu sorunu, Devlet üretim çiftlikleri
oluşturarak çözmüştür. Bu çiftlikler ülke genelinde otuz yedi adettir.
Her biri yüzlerce dönüm üzerine inşaa edilmiş, üretim ihtiyaçlarına
göre tesisler oluşturulmuş topraksız köylüler bu yerlere
yerleştirilmiştir. Bu oluşumlar esnasında gerek TBMM içersinde
gerekse toprak ağaları ve beylerinin bulunduğu köylerde sert
çatışmalara girilmiştir. Bu çatışmaları yumuşatmak amacıyla M.
Kemal 1933 yılında şu açıklamayı TBMM’de yapmak zorunda
kalmıştır. ‘’Bu Komünist nazariyelerden alınmış bir sistem değildir.
Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir.’’
Toprak reformu yapılmadı diyenler bu kurum ve kuruluşları yeniden
değerlendirsinler. Toprak reformu tabiiki bundan ibaret değildir.
Toprak reformunun gerçekleşmesi; feodal ilişkilerin ortadan kalkması
ve büyük toprak sahiplerinin olsun, köy emekçileri üzerindeki bize
Osmanlı’dan miras kalan tefeci bezirgan sermayenin tahakkümü ve
sömürü olanaklarına son verilmesi demektir. Demokratik devrim,
topraksız yada az topraklı köylüleri toprak ve tarım aracı sahibi
durumuna getirecek olan devlet denetimindeki kredi kurumlarının
onların yararına işletecek olan devrimdir. Bu ülkede feodal ilişkilere
son vermek demek uluslaşma sürecini hızlandırmak demektir.
Ülkedeki halkların bütün ulusal ve demokratik hak ve özgürlüklerine
sahip vatandaşlar topluluğu olarak serpilip gelişme olanaklarına
kavuşması demektir. Demokratik devrim, Türkiye’de gerçek birlik
beraberliği, dayanışmayı doğulu olsun, batılı olsun bütün halkın her
türlü baskılardan kurtulmuş olarak eşitlik ve kardeşlik içinde,
Türkiye’nin ilerlemesine katkı sağlaması demektir.
Buda yeni bir yapılanmayı gerektirmektedir. Mustafa Kemal şöyle
diyor: ‘’ Biz hududu millide yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz.’’
Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi
benliğimize, ulusal bütünlüğümüze hissen, fiilen bütün el – al
hararetimizle gösterelim; Bilelim ki Milli benliği bulunmayan
milletler başka milletlerin şikar (av) ıdır.’’ Şimdi cumhuriyetin
feodalizmi tasfiye etmek için kurduğu ekonomik yapılanmanın banka
– tarım – sanayi ilişkilerine bakalım:
- Ziraat Bankası: Toprak mahsulleri ofisi, tarım ve hayvancılık
kooperatifleri, devlet üretim çiftlikleri, et balık kurumu, süt endüstri
kurumu; bu kurum ve kuruluşların her türlü ihtiyaçlarını karşılamakla
görevlidir. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Şeker Bank: Şeker üretimi ve şeker fabrikalarının kurulması ile
görevlendirilmiştir. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Sümer Bank: Giyim ihtiyaçlarının karşılanması için sümer kurum ve
kuruluşları oluşturmaktır. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Sanayi Kalkınma Bankası: Ülke ekonomisinin ağır sanayisini
oluşturmak için kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Eti Bank: Ülke içinde yer altı ve yer üstü maden zenginliklerini
devlet kanalı ile halk yararına çalıştırmak için oluşturulmuştur.
Sermayesi devlet adına halka aittir. - Pamuk Bank: Pamuk sorununu çözmek için oluşturulmuştur.
Sermayesi devlet adına halka aittir. - Demir Bank: Demir sorununu çözmek için oluşturulmuştur.
Sermayesi devlet adına halka aittir. - Tütün Bank: Tütün sorununu çözmek için oluşturulmuştur.
Sermayesi devlet adına halka aittir. - Türkiye İş Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörün teminat
karşılığı kredi ihtiyacını çözmek, sanayiye katkı sağlamak amacıyla
inşa edilmiştir. - Ticaret Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörde el
işletmeciliğinde ve küçük imalatta fabrikalara, büyük işletmelere
geçmek için oluşturulmuştur. - Halk Bankası: Halkın küçük birikimlerini doğru değerlendirilmesi
amacıyla kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Öğretmenler Bankası: Ülke genelinde bilinçli öğretmenler
yetiştirerek insanların eğitilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur.
Sermayesi devlet adına halka aittir.
Cumhuriyette kurulan tüm bankalar görüldüğü gibi ekonomi ile iç içe
kalkınmada itici güçtür. Ekonomide böyle bir yapılanma, politikada
yabancı bağımlılığını ortadan kaldıracağından, bağımlılığın ve
sömürünün yanlısı olan üst yapı kurumlarını da değiştirmekle
yükümlüdür; ve devrim denen şeyde budur. Bu devrim bütün ulusal
güçlerin bilinçli, örgütlü olarak ülkenin kaderini tayinde rol
oynayacak demokratik düzeni gerçekleştirecektir.
Birinci bölümde gördüğümüz Banka – Tarım – Sanayi ilişkisini
tamamlayıcı unsurlar: - Devlet Demiryolları, Denizcilik İşletmeleri
- İktisat Genel Müdürlüğü
- Ticaret Sanayi Odası
- Menkul Kıymetler ve Borsaların Oluşturulması
- İletişim İçin; P.T.T.
- İnanç, Eğitim ve Sağlık
…Ve dedim çünkü bu üçlü çok iyi anlaşılması zorunlu, soyut gibi
görünse de, emek ürünü olup tüm ülke halkının birinci dereceden
sorunudur. Bu doğru algılanmadan ve öğrenilmeden yukarıda kurum
ve kuruluşlarında sağlıklı işleme şansı yoktur. Bu nedenle M. Kemal,
bu üç sorunu devletin denetimi altında alarak millileştirmiştir. Bunları
açalım:
M. Kemal’de inanç sorunu: Bize Osmanlı’nın son dönemlerindeki
yapılanmadan geldiği için; Biat (dine sonradan giren asılsız
düşünceler) inançlar ön plana çıkarak hakim olmaya çalışmaktaydı.
M. Kemal, inançlarımızın bilimsel olduğuna inandığından ilk olarak
İlahiyat Fakülteleri oluşturmuş ve fakültelerin denetiminde İmam
Hatip Okulları kurmuş; bu kurumlardan mezun imamları ülkenin dört
bir köşesine göndererek biat eden Şıh, şeyh ve dedelere karşı bilime
dayanan, tabiri caizse bir savaş açmıştır.
(Bakınız; Hakkı Karğın, Türkiye’de Toprak Sorunu, Siyonizm ve
Emperyalizmin Oluşturmaya Çalıştığı Dünya Din İmparatorluğu)
‘’Notlarım Sayfasında…’’
M. Kemal’de Sağlık Sorunu: Ülkede zenginliği elinde tutan toprak
ağaları ve beyleri, her türlü ticaretle uğraşmaktadır. Amaç para
kazanmaktır ve onlar için ticaretin her türlüsü mubahtır. M. Kemal bu
sorunu doğru teşhis ederek sağlık sorununu bir anlamda millileştirerek
Devlet Hastaneleri kurmuş; ülke insanının sağlık sorununu özel
sektöre bırakmayarak, devletin kontrolü altında hastaneleri
toparlamıştır.
M. Kemal’de Eğitim Sorunu: Yukarıda anlatılan tüm yapılanmalar
bilimsel ve sadece insan düşüncesini ön plana çıkarmaktadır. Bu
nedenle tüm ülke insanı, hem bilimden hem de bilimi insanların
yararına işlemesini M. Kemal çok doğru tespit ederek bu sorunu da
özel sektöre bırakmadan, devletin sorunu görmüş ve tüm okulları,
Devlet Okulları olarak işletip; özel sektöre bırakmamıştır. Gerek
birinci bölümde, gerekse ikinci bölümde ülke ekonomisinin alt
yapısını gördüğünüz gibi M. Kemal, üç şase üzerine oturtmuştur.
a) Devletin Yapacağı İşler (Devlet Sektörü)
b) Özel Sektörün Yapacağı İşler (Özel Sektör)
c) Kooperatifler ve Devlet Üretme Çiftlikleri
Bu üçlü KEMALİST Türkiye’nin genel yada temel programıdır ve
Cumhuriyet’in alt yapısıdır. Birde Cumhuriyet’in üst yapısı vardır. Bu
üst yapı, alt yapıdaki çalışma programını oluşturacaktır. Buda M.
Kemal CHP’sinin özel programıdır. Örneğin; - Dış İlişkiler
- Devlet Sektörü Meselesi
- Sanayici ve İş Adamları Meselesi
- Tarım ve Kooperatifler Meselesi
- Dinsel İnançlar Meselesi
- Milli Azınlıklar ve Ulusal Mesele
- Küçük Aydınlar ve Esnaf Meselesi
- Sağlık Sosyal ve Güvenlik Meselesi
- Eğitim Meselesi
- Ülke Savunma Meselesi
- İnsan Haklarına Bakış Açısının Geliştirilmesi, ki bunlara daha bir
çok şey ekleyebiliriz;
Yeterki genel programa bağlı olarak, her şeyi hesaba katarak, etraflı
planlama yaparak ve yerinde tespitleri oluşturarak kitlelerin toplumsal
sorununu çözmektir. M. Kemal’in yaptığı alt yapılanmada CHP’nin
genel ve özel programı budur ve bu ülkenin kuruluş felsefesidir. İşte
bu genel ve özel programın oluşturduğu kurum ve kuruluşların bir
düzenekler kurallarıyla çalışması gerekmektedir ve bunlar birer birer
kurallara bağlanmıştır. İşte bu kuralları, alt alta toparlarsak ve
bunlarıda her insanın kabul edeceği yasalara bağlar isek, ANAYASA
ortaya çıkar; işte buda Kemalist CHP Anayasa’sıdır.
M. Kemal alt yapı ve alt yapının yansıması olan üst yapıyı kurmuştur
fakat; birde bunun iç ve dış düşmanlara karşı korunması ve kollanması
gerekmektedir. Bu sorunuda M. Kemal;
a) Sivil Savunma
b) Türk Silahlı Kuvvetleri olarak inşaa etmiştir. Bu yapılanmalar
demokratik merkeziyetlik hiyerarşisi içerisinde inşa edilmiş olup,
birde tüm bu yapılanmayı denetleyecek bir Cumhurbaşkanlığı ve bu
Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak Devlet Denetleme Kurumu
oluşturmuştur. Yukarıdaki yapılanmayı formüle edersek;
Kemalizm = Ekonomik Alt Yapılanma + Ekonomik Alt Yapılanmanın
Çalışma Yasaları (Anayasa) +Sivil Savunma ve T.S.K. +
Cumhurbaşkanlığı ve Devlet Denetleme Kurumları.
İşte 1940 yılından bu yana bizden gizlenerek rafa kaldırılan bu
sistemin kurucusu bize 1940’dan bu yana nasıl tanıtıldı? Sarı saçlı,
mavi gözlü, karga kovalayan, annesi Zübeyde hanım, babası Ali Rıza
Bey olarak aktarıldı.
Doğuda yatırım yapılmadı diyen; 1940’dan bu yana iktidara gelen
yada muhalefette kalan bu işbirlikçiler, 1920 – 1933’de ülkenin dört
bir köşesine gitsin görsünler ki neler yapılmış. 1940 yılından bu yana
halkın mallarını söküp söküp 70 yıldır yiyenler, şimdi öldürdükleri bu
sistemden hala korkmaktalar ve öldüğüne kendileri bile
inanmamaktadırlar. Bizim işbirlikçiler ve komprador toprak ağaları,
bu ülkeyi bu duruma getirirken; bakın 1922 yılında Çin önderinin en
yakın arkadaşı Dia Hi Shon, Çin Komünist Partisi’nin yayın organı
Xianedao dergisinde şu makaleyi yayınlıyordu:
‘’Türkiye ile Çin, Asya ülkelerinde iki kilit ülke olup, diğer ülkelere
takip edecek yolu gösterecektir. Biz Türk devrimini aldık ve Çin’in
özel şartlarına uyguladık.’’ Diyerek dünyaya bunu böyle haykırıyordu.
Kendi sistemimizi bu güne taşıyabilseydik, Türkiye dünyanın acaba
neresinde olurdu? Bu sistem bugüne neden taşınmadı? Nerede nasıl
bozuldu? Bu güne nasıl geldik? Bundan sonra ne yapacağız?
Tüm bu soruların cevabını da gelecek bölümlerde göreceğiz. Sağlıklı
ve mutlu kalın…
Birinci ve ikinci bölümlerde gördüğümüz yapılanma; Emperyalizm ve
Asya’da Kapitalizm, Birinci Dünya Savaşı şafağında ortaya çıkmıştır.
Asya’da Kapitalizm nasıl olacak sorusuna bir yandan Sovyetler kafa
yorarken bir yandan da M. Kemal kafa yormaktadır. Sovyetlerde bu
sorunu işçi sınıfı üstlenirken, M. Kemal kapitalizminde bu halkın
sırtına yüklenerek, sınıf yerine Halk Kavramı ortaya çıkmıştır. M.
Kemal CHP’sinin önüne iki çeşit çelişme çıkar. Biri CHP ile Halk
arasındaki çelişme, diğeri ise düşman arasındaki çelişmedir. Bu iki
çelişme, tabiatıyla bir birinden farklıdır. Bu iki çelişmeyi doğru
değerlendirmek için, Halk sözünden sonra da düşman sözünden ne
anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmak gereklidir.
Halk kavramının çeşitli ülkelerde ve her ülkenin çeşitli dönemlerinde
ayrı anlamı vardır. Örnek olarak kendi ülkemizi ele alalım… Kurtuluş
savaşı yıllarında emperyalizme karşı olan her kesim halkı (Toprak
ağası, beyi, yoksul köylüsü, işçisi, vs.) temsil etmektedir.
Savaş bitip, sınırlar çizildiğinde ise Halk Kavramı değişmiştir.
Buradaki yeni çelişki; emperyalizmin içeride kalan kırıntıları ile
kurulacak sisteme karşı koyan kesim arasındaki çelişkidir. Bu
anlamda Halk demek; bu iç düşmanlara karşı birleşen ve bunlara karşı
olan insanlardan oluşur. Bu çelişkinin ilerleyen yıllarda çok keskin bir
şekilde ortaya çıkacağını M. Kemal o kadar doğru değerlendirmiştir
ki, bu sorunu gençliğe teslim ederken onlara da şu öğüdü emanet
etmiştir
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet,
muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin,
en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum
etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün,
İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye
atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini
düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette
tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin
her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve
daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar
gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar
sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit
edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi,
vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun
kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
Buradaki Türk’lük kelimesi, yukarıda da söylediğim gibi Asya
ülkelerinde uluslaşmanın şafağında ortaya çıkmıştır. M. Kemal, hem
emperyalizme hem de Sovyet devrimine uluslaşma olmadan Asya’da
sorunun çözülemeyeceğini kurduğu Cumhuriyet’le göstermiştir.
Bugün emperyalizmin kullandığı ve onun taşeronları milliyetçiler
(Türk ve Kürt) neyin peşindeler? Değirmen gitmiş, şak şak arıyorlar.
Bu konuyu sonraki yazımıza bırakarak kurulan Cumhuriyet’in nasıl,
nerede yıkılmaya başladığına dönelim ve M. Kemal’in öğüdüne
rağmen, tüm halk olarak önce utanmasını unutmadıysak utanalım.
1940 yıllarında M. Kemal’in vefatı, kurduğu sisteme içerden içerden
diş bileyen ve ölümünü fırsat bilen muhteşem ikili; biri Alman uşağı
İsmet İnönü, diğeri ise ABD uşağı Celal Bayar tarafından oluşan
ittifakla başladı. Bu iki kanat, M. Kemal Türkiye’sinin yeni bir
dönemini oluşturacaktı.
Fırsat düşkünü bu iki kanat uzlaşarak, iktidarı ele aldılar. İnönü
iktidardayken, M. Kemal’in kurduğu sistemi bizlerden gizleyerek,
kendi iradesi ve yandaşlarıyla oluşturduğu ‘’Anti Kemalist’’ bir
sistemi oluşturarak iktidarı ele aldı. Çok partili bir dönemi başlattılar.
Bu dönem yeni bir CHP programıyla ve yeni bir DP programından
meydana gelecekti. Bu iki Almancı ve Amerikancı kanatların görevi,
sürekli gelişmekte olan Kemalist devrimlerin gidişini önce
yavaşlatmak sonrada durdurmaktır.
İlk olarak Mustafa Kemal’in koyduğu gümrük birlikleri ve yabancı
sermaye kanunlarının değiştirilmesiyle işe başladılar. Yeni kabul
edilen kanun Amerika’lı uzman Rondall’ın hazırladığı ve
T.B.M.M.’den geçen ‘’YABANCI SERMAYESİ TEŞVİK
KANUNU’’yasalaştırıldı.
25 Ocak’ta Washington’da düzenlediği basın toplantısın da Celal
Bayar’ın söylediği sözleri ibretle okuyalım. ‘’Türkiye’ye yapılan
iktisadi yardım, zaten yükselmekte olan ekonomik büyümeye,
kuvvetli bir müzahir olarak gelmiştir. Türk milletinin satın alma
kudretinin artması ve hayat standartlarının yükselmesiyle, memleket
malul maddeleri, istihlak maddeleri için büyük bir Pazar haline
gelmiştir. Yabancı sermayenin Türkiye’ye en müsait şartlar altında
akmasını mümkün kılacaktır. Hülasa denebilir ki, Türkiye’de sarf
edilen her dolar, mümbit bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri
verecek bir tohum gibidir.’’
Celal Bayar’ın 1954 yılında mamul maddeler ve tüketim maddeleri
için, büyük bir Pazar olarak peşkeş çeken bu demeci, karşı devrimin
tamamlanmış olduğunu, Kemalist düşüncenin geri itildiğini,
emperyalist asalak işbirlikçi sınıfın eline geçtiğinin kesin kanıtıdır. Bu
işbirlikçi sınıfın içerideki dayanağı da feodal toprak beyleri ve
ağalarıdır.
İşbirlikçi sermaye; sömürgeciliğe bağlı liman burjuvazisi demektir.
Çıkarılan bu kanundan sonra ithalat – ihracat alanında, ithalatın daha
kurnazca bir şekli olan montaj ve ambalaj sanayinde, bankacılık ve
sigortacılıkta yabancılarla ortaklıkları yada Türkiye’de kayda değer
tüm zenginliklerini eline geçirmiş olan yada geçirme çabasında
bulunan emperyalizmin baş dayanağı, yabancı firmaların ajanlığı
altında doğrudan doğruya egemendir. İktisadi hayatımızın bu kilit
noktalarına dayanılarak, Türkiye’nin tüm ekonomisinin tahakkümü
altında tutmaktadır. İşbirlikçi sermaye, Türkiye’de gerçek
sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya karşıdır. Emperyalistlerin
uygun gördüklerinin dışında; Türk vatandaşının mülkü olan
fabrikaların kurulmasına engel olmaktadır. Gerçek sanayi birimi,
fabrikaların bacalarının tütmesini önlemektedir. İşbirlikçi sermaye
toplumdaki asalak zümrenin en güçlü olanıdır.
Ekonomik kan dolaşımını sağlayan kredi, sigorta kurumları onun
kontrolündedir. Sanayide; madencilik, nakliyat, yedek parça
ihtiyacının sağlanması gibi ekonomimizin can damarları sayılması
gereken bir alan, onun kontrolündedir.
Bu işbirlikçi (komprador) ların içerideki temel dayanağı feodalitedir.
Bu zümre, toprak ağalarından ibaret bir kategori değildir. Kapitalist
tarım işletmeleri görünümü altındaki, derin feodal izler taşıyan bir
tahakkümü sürdüren büyük toprak sahipleri de, bu kategori içinde ele
alınmalıdır. Zamanımıza feodal kanal yoluyla intikal eden, tefeci
sermaye ve köylerde, köyün ortak mallarını metazori yollarla ele
geçiren dere beyleri de bu kategori içerisindedir.
İşte 1954 yılından bu güne ulusal gelişmeyi engelleyen, emperyalizm - iç birlikçi (komprador) + feodalitedir.
Dördüncü bölümde işbirlikçilerin, yukarıdaki yapılanmayla ülkeyi
nasıl talan ettiklerini göreceğiz.
Hakkı Karğın